بِسْمِ اللهِ وَ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِ اللهِ

Küfrün hakim olduğu bir beldeye yolculuk, ancak üç şartın bulunması halinde caiz olur. Onlar:

  1. İnsanın kendisiyle şüpheleri defedebileceği bir bilgiye sahip olması,
  2. Kişiyi arzu ve şehvetlerinden alıkoyacak dindarlık ve takva bulunması,
  3. Böyle bir şeye ihtiyaç duyulması.

Şayet bu şartlar bir arada bulunmayacak olursa, bu husustaki fitne ya da fitne korkusu dolayısıyla küfür diyarına yolculuk caiz değildir. Ayrıca böyle bir yolculukta insan pek çok miktarda da mal ve para harcamak zorunda kalır.

Şayet tedavi yahut kendi ülkesinde bulunmayan bir bilgi öğrenmek gibi bir ihtiyaç olur da belirttiğimiz şekilde kişide bilgi ve dindarlık bulunacak olursa bu durumda yolculuk yapmakta bir sakınca yoktur.

Kafirlerin ülkesinde seyahat maksadıyla yolculuk yapmaya gelince, böyle bir şey bir ihtiyaç değildir. Kişinin ahalisi İslam’ın şiarlarına bağlı İslam ülkelerine gitme imkanı da vardır. Yüce Allah’a hamdolsun ki, şu anda İslam ülkelerinde bazı yerlerde seyahat edebilecek yerler bulunmaktadır. Kişi böyle bir yere gidip tatilini orada yapabilir.

KÜFÜR DİYARINDA İKAMET ETMEK:

Bunun Müslümanın dini, ahlakı, yaşatışı ve adabı için büyük bir tehlike teşkil ettiğinde şüphe yoktur. Biz de, başkalarımız da oralarda kaldığı için sapan, gittiklerinden başka bir halde geri dönen kimseleri çok gördük. Bunlar fasık kimseler olarak geri döndüler. Hatta bazıları dinlerinden irtidat etmiş, kendi dinlerini de, inkar etmiş mürtedler olarak geri döndüler. Nihayet bunlar mutlak inkara ve öncekileriyle de, sonrakileriyle de dindarların tümüyle ve din ile alay etmeye kadar işi götürdüler. Bundan dolayı böyle bir şeye karşı korunmak ve bu gibi helak edici alanlara bağlılığı engelleyecek birtakım şartlar koymak gerekir. Hatta böyle bir şeyin yapılması kaçınılmazdır.

Küfür diyarında kalabilmek için mutlaka şu iki temel şartın bulunması gerekir:

  1. Orada kalacak olan kimsenin gerekli ilim, iman, dini üzere sebat, sapma ve eğri yollara girmekten uzak durma açısından kendisini rahatlatıp emin kılacak şekilde güçlü bir azme sahip olma suretiyle dininden yana emin olması. Ayrıca kalbinde kafirlere düşmanlığı ve buğzu saklı tutması, onları dost ve veli edinip sevmekten uzak durması da gerekir. Çünkü onları veli edinmek, onları sevmek imana aykırıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

﴾ Allah’a ve ahiret gününe inanan hiçbir kavmin Allah ve Rasûlü’ne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. İsterse bunlar babaları, oğulları, kar-deşleri ya da aşireti olsun.﴿ [1]

Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

﴾ Ey iman edenler! Yahudileri de, Hıristiyanları da veli/dost ve yöneticiler edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin velileridir. İçinizden her kim onları veli/dost edinirse muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Kalplerinde hastalık bulunan kimselerin ‘Devrin aleyhimize dönmesinden korkuyoruz.’ diye aralarında koşuştuklarını görürsün Olur ki Allah fetih nasip eder veya kendi katından bir emir verir de onlar da içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.﴿ [2]

Sahih hadiste de Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin şöyle buyurduğu sabittir:

“Kim bir kavmi severse o da onlardandır. Kişi sevdiği ile beraberdir.”[3]

Allah’ın düşmanlarını sevmek ise, Müslüman için en büyük tehlikelerdendir. Çünkü onları sevmek, onlara muvafakat etmeyi ve onlara tâbi olmayı gerektirir. Ya da en azından onların münkerlerine karşı tepki göstermemeyi gerektirir. Bundan dolayı Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir kavmi sevenin onlardan olduğunu bildirmiştir.

  1. Engelleyici herhangi bir husus olmaksızın İslam’ın şiarlarını uygulayabilecek şekilde dinini açıkça ortaya koyabilme imkanını bulması. Namaz kılmaktan; şayet kendisiyle birlikte cemaatle namaz kılacak ve Cuma namazlarını eda edecek kimseler varsa namazları cemaatle eda etmekten alıkonulmamalıdır. Zekat vermesi, oruç tutması, haccetmesi ve dinin diğer şiarlarını yerine getirmesinden alıkonulmamalıdır. Eğer bunları gerçekleştirme imkanı bulamıyor ise böyle bir durumda hicretin vacipliği dolayısıyla orada ikamet etmesi caiz değildir.

El-Muğni adlı eserde hicret bakımından insanların kısımlarından söz edilirken şöyle denilmektedir:

“Birincisi hicretin kimler üzerine vacip olduğudur. Bunlar da hicret etmeye güç yetiren ve dinini açığa vurma imkanını bulamayan, kafirlerle birlikte kalması halinde dininin farz hükümlerini uygulama imkanı bulamayan kimselerdir. Bu gibilerin hicret etmeleri Yüce Allah’ın şu buyruğu dolayısıyla vacip/farzdır:

﴾ Nefislerine zulmedenler olarak canlarını alacağı kimselere hitaben melekler: ‘Ne işte idiniz?’ derler. Onlar: ‘Bizler yeryüzünde aciz kalan kimselerdik.’ derler. ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz.’ derler. İşte onların durakları cehennemdir. O ne kötü bir dönüş yeridir.﴿ [4]

Bu da vacipliğe delalet eden ağır bir tehdittir. Çünkü güç yetiren kimseler için dininin emirlerini yerine getirmek bir farzdır. Hicret de bu farzın bir zorunluluğu ve tamamlayıcı unsurudur. Kendisi olmadan tamam olmayan bir husus da farz demektir.”[5]

Bu iki şartın eksiksiz olarak bulunmasından sonra küfür diyarında kalmanın çeşitli kısımları söz konusudur:

  1. Orada İslam’a davet ve İslam’ı teşvik etmek için kalmak: Bu bir çeşit cihattır. Bunu yapabilenler için bu farz-ı kifayedir. Ancak davetin tahakkuk etmesi, daveti engelleyecek yahut davetin kabul edilmesini önleyecek kimselerin bulunmaması gerekir. Çünkü İslam’a davet etmek dinin gereklerindendir. Rasûllerin izlediği yol budur. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de her zaman ve her mekanda kendisinden tebliğ yapılmasını emrederek şöyle buyurmuştur:

“Benden bir ayet dahi olsa tebliğ ediniz.”[6]

  1. Kafirlerin durumlarını incelemek, bozuk akidelerini, batıl ibadetlerini, ahlaki çözülüşlerini, anarşik yaşayışlarını öğrenmek maksadıyla ve insanları onlara aldan-maktan sakındırmak, onları sevenlere de gerçek yüzlerini açıklamak üzere kalmak:

Bu maksatla kafirler arasında kalmak da aynı şekilde bir çeşit cihattır. Çünkü bunun sonucundan küfürden ve kafirlerden sakındırmak ortaya çıkmak ki bu, İslam’a ve İslam’ın yoluna teşviki de ihtiva eder. Çünkü küfrün bozukluğu İslam’ın uygun ve elverişli oluşuna delildir. Nitekim ‘Eşyalar zıddı ile bilinir.’ denilmiştir.

Fakat bu iş için bir şart vardır ki, o da kişinin bu maksadını daha büyük bir kötülüğe meydan vermeyecek şekilde gerçekleştirebilmesidir. Eğer durumlarının açıklanıp yayılması ve bu hallerinden sakındırması, engellenmek dolayısıyla maksadı gerçekleşmiyor ise, o takdirde bu kimsenin orada kalmasında bir fayda yoktur. Eğer onun maksadı mesela yaptıklarına karşılık İslam’a, İslam’ın yüce Rasûlü’ne, Müslümanların önderlerine sövmek gibi büyük bir kötülükle beraber gerçekleşebiliyor ise, o takdirde bu işten uzak durmak gerekir. Çünkü Yüce Allah:

﴾ Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin, onlar da bilgisizce Allah’a söverler. İşte biz böylece her yaptıklarını süsledik. Nihayet dönüşleri yalnız Rablerinedir. O da yaptıklarını haber verecektir.﴿ [7] diye buyurmaktadır.

Müslümanlara casusluk maksadıyla küfür diyarında kalmak da buna benzemek-tedir. Çünkü böyle bir kimse onların Müslümanlar için hazırladıkları tuzakları öğ-renir ve Müslümanların onlardan sakınmalarını, tedbirlerini almalarını sağlar. Ni-tekim Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hendek Gazvesi’nde müşriklerin halini öğrenmek üzere Huzeyfe b. Yeman (Radıyallahu Anh) ı müşriklerin yanına göndermişti.

  1. Müslüman devletin ihtiyacı ve kafir bir devlet ile ilişkilerini düzenlemek için kalmak: Elçilik görevleri gibi. Böyle bir kalışın hükmü, maksadının hükmü gibidir. Mesela kültür ataşesi, öğrencilerin işlerini görmek, onların İslam dinine, ahlak ve adabına bağlı kalmalarını sağlamak maksadıyla kalır. Onun orada kalması sayesinde pek büyük bir maslahat gerçekleştiği gibi pek büyük bir kötülük de bertaraf edilmiş olur.
  2. Ticaret ve tedavi gibi, mübah olan özel bir ihtiyacı dolayısıyla orada kalmak: İhtiyacı kadar orada kalması mübah olur. İlim ehli, kafirlerin diyarına ticaret maksadıyla girmenin caiz olduğunu açıkça belirttikleri gibi bunu kimi sahâbilerden de rivayet olarak nakletmişlerdir.
  3. Öğrenim maksadıyla kalmak: Bu da az önce sözü edilen bir ihtiyaç dolayısıyla kalmak kabilindendir. Ancak bu ondan daha tehlikelidir, kalanın din ve ahlakını da-ha bir yaralayıcıdır. Çünkü öğrenci olan, _Allah’ın korumayı dilediği pek az kimse-ler müstesna_ mertebe itibarıyla kendisinin aşağıda, hocalarının da daha yukarıda olduğunu hisseder. Bunun neticesinde onları tazim eder, onların görüşlerinin, dü-şünce ve yaşayışlarını doğruluğuna kanaat getirir. Sonunda onları taklide kadar gi-der. Diğer taraftan öğrenci hocasına ihtiyaç duyar. Bu da ona sevgi duymaya ve onun sapıklık ve sapkınlığında ona müdahale bulunmamasına sebep teşkil eder.

Öğrenci, öğrenim gördüğü yerde arkadaşlar edinir. Aralarından samimi olanları da olur. Onları sever, onları veli edinir, onlardan bir şeyler de kazanır.

İşte bu hususların tehlikesinden ötürü daha önce sözü edilenden çok korunmak, dikkat ve özen göstermek gerekir. O bakımdan bu maksatla küfür diyarında kal-mada daha önce aranan iki temel şarta ek olarak daha başka birtakım şartlar da aranır:

  1. a) Öğrencinin kendisi vasıtasıyla faydalıyı zararlıdan ayırt edebileceği ve uzak geleceğe bakabileceği oldukça ileri derecede akli olgunluk seviyesine erişmiş olması: Küçük yaşta taze gençlerin ve küçük akıllıların gönderilmesi ise onların dinleri, ahlak ve yaşayışları için büyük bir tehlikedir. Ayrıca bu geri dönecekleri ve o kafirlerden aldıkları zehirleri bünyelerine üfleyecekleri ümmetleri için de, toplumları için de bir tehlikedir. Nitekim vakıa buna tanıklık etmektedir. Bu gibi öğrencilerin pek çoğu gittiklerinden başka türlü geri dönmüşlerdir. Hem kendilerine, hem de toplumlarına bu hususta bilinen ve tanık olunan zararlar ortaya çıkmıştır. Böylelerini öğrenim maksadıyla göndermek, ancak koyunları saldırgan köpeklere takdim etmeye/sunmaya benzer.
  2. b) İkinci olarak öğrencinin hak ile batılı birbirinden ayırt edebileceği, batıla karşı hak ile mücadele verebilecek kadar şer’i bir bilgiye sahip olması gerekir: Ta ki onların üzerinde oldukları batıla aldanarak onu hak zannetmesin. Yahut hak ile batıl onun için içinden çıkılamayacak karışık bir hal almasın ya da batılı bertaraf etmekten acze düşmesin. Aksi takdirde şaşırır kalır ya da batıla uyar.

Yaptığı rivayet edilen duada Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ım! Bana hakkı hak olarak göster ve bana hakka tâbi olmayı nasip eyle. Batılı da batıl olarak göster ve ondan uzak durmayı nasip eyle. Sen bana hakkı içinden çıkılamaz, anlaşılamaz bir hale getirme, çünkü o takdirde saparım.”[8]

  1. c) Üçüncü şart, öğrencinin küfre ve fasıklığa karşı kendisini koruyup himaye edebilecek bir dindarlığa sahip olması gerekir: Dindarlığı zayıf bir kimse Yüce Allah’ın dilemesi müstesna orada kalmakla kötülüklerden kendisini koruyamaz. Buna sebep ise, hücumların kuvvetli ve direncin de zayıf olmasıdır. Oralarda küfür ve fasıklığın sebebi güçlü ve çok çeşitlidir. Direnci zayıf bir noktaya tesadüf ederse etkisini gösterir.
  2. d) Kendisi sebebiyle orada kalacağı ilme ihtiyaç duyulması: Şöyle ki onun o ilmi öğrenmesi, Müslümanlar için bir maslahat olmalı ve Müslüman ülkelerdeki okullarda benzeri bulunan fuzuli bir bilgi ise, böyle bir bilgi için küfür diyarında kalmak caiz olmaz. Çünkü bu tür kalış din ve ahlak için bir tehlikedir ve faydasız yere pek çok malın zayi edilmesi söz konusudur.
  3. Orada iskan maksadıyla ikamet etmek: Bu ise öncekinden daha tehlikelidir ve daha büyük bir iştir. Çünkü kafirlerle tam anlamıyla iç içe olması sebebiyle bunun doğurduğu kötülükler pek çoktur: Vatandaşlığın gereği olan sevgi, vatandaşlık duygusu, kafirlerin nüfusça sayısını artırması ve kendisiyle aile fertlerinin kafirlerle beraber yetişmesi ve eğitim görmesi gibi pek çok tehlike söz konusudur. Böylelikle onlar da iç içe olmanın bir sonucu olarak kafirlerin ahlak ve geleneklerini alırlar. Hatta akide ve ibadetlerinde dahi onları taklit edecek hale gelebilirler.

Bundan dolayı Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den nakledilen hadis-i şerifte şöyle buyurulduğu kaydedilmektedir:

“Kim müşriklerle birlikte olur ve onunla beraber kalırsa onun gibidir.”[9]

Bu hadis senet itibarıyla zayıf olsa bile, vakıanın incelenmesi açısından izahı mümkündür. Çünkü kafirlerle beraber yerleşip kalmak şeklen onlar gibi olmayı gerektirir. Kays b.Ebi Hâzim’den, onun da Cerir b.Abdullah (Radıyallahu Anh) tan rivayetine göre Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“Ben müşrikler arasında ikamet eden her Müslümandan berîyim.” “Ey Allah’ın Rasûlü, neden?” diye sordular. Şöyle buyurdu:

”Çünkü onların ateşleri birbirini görmez.”[10] (Yani dumanları ayırt edilmez. Bu sebeple onların evlerini yan yana kurmaları olacak şey değildir.)

Hem küfür şiarlarının ilan edildiği, hükmün Allah ve Rasûlü’nden başkasının hakkı görüldüğü kafirler diyarından mü’min bir kimse, gönül hoşluğu ile nasıl kalabilir? O bunları gözleriyle görüp kulaklarıyla işitirken böyle bir şeye nasıl razı olabilir? Çoluk çocuğuyla orada kalır ve Müslümanların topraklarında huzur içinde yaşadığı gibi, orada nasıl huzur duyabilir? Üstelik böyle bir kalışın onun ve aile efradı için din ve ahlakları açısından da pek büyük bir tehlike vardır.

*Bu yazı Muhammed b.Useymin (Rahmetullahi Aleyh) in ‘Üç Esasın Şerhi’ adlı, Guraba Yayınevi’nden çıkan kitabından alınmıştır. Sayfa 154-162.

سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ

 

[1] Mücadele 22

[2] Maide 51-52

[3] **********

[4] Nisa 97

[5] İbni Kudâme, el-Muğni 8/457

[6] Hatibi Bağdadi, Şerefu Ashabi’l-Hadis s.13,15

[7] En’am 108

[8] ******

[9] Tirmizî 1655

[10] Ebu Davud 2645, Tirmizî 1654

Leave a Reply