Müçtehit âlimlerin bu konuyla ilgili görüşlerinden ulaşabildiklerimizi veya bir bölümünü aktarmamız faydalı olacaktır. Belki bu görüşler, onları hatta daha alt seviyede olanları körü körüne taklit eden[1] ve onların mezheplerine ve görüşlerine gökten inmiş açık hüküm ve delil gibi sarılan insanlara bir nasihat ve uyarı olur. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Rabbinizden size indirilene uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!”[2]

1- Ebû Hanife (h.80-150)

Bu müçtehit âlimlerin ilki, Allah rahmet eylesin, İmam Ebû Hanife Numan b. Sabit’tir. Mezhebinden olanlar, ondan çeşitli söz ve ifadeler nakletmişlerdir. Hepsi de aynı sonuca götürmektedir ki, o da, “Hadisle amel etmenin ve imamların ona ters olan görüşlerini terk etmenin vacip olmasıdır.”

1- “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.”[3]

2- “Nereden aldığımızı bilmedikçe hiç kimseye bizim görüşümüzle amel etmesi helâl değildir.”

Bir başka rivayette: “Delilimi bilmeyen kimsenin görüşlerimle fetva vermesi haramdır.” [4]

Bir başka rivayette: “Çünkü biz insanız. Bugün bir söz söyler, yarın ondan vazgeçebiliriz.” şeklinde ziyade vardır.

Bir diğer rivâyette: “Aman ey Yakub (Ebû Yusuf)! Benden duyduğun her şeyi yazma. Çünkü ben bugün bir görüş dile getirir, yarın onu terk edebilirim. Yarın bir görüş dile getirir, öbür gün ise onu terk edebilirim.”[5]

3- “Allah’ın Kitabı’na ve Peygamber’in hadislerine ters bir görüş bildirirsem, o görüşümü almayın.”[6]

2- Malik b. Enes (h.94-179)

İmam Malik şöyle demiştir:

1- “Ben bir insanım; doğruya ulaştığım da olur, yanıldığım da olur. Benim görüşlerime bakın; onlardan Kitap ve Sünnet’e uyanları alın, onlara uymayanları bırakın.”[7]

2- “Allah Rasûlü‎ (s.a.v.)’nden başka herkesin sözü alınır da, terk edilir de. Ancak Peygamber (s.a.v.) bunun dışındadır.”[8]

3- İbn Vehb şöyle demiştir: İmam Malik’e, abdest alırken ayak parmaklarının aralarını yıkama meselesi sorulduğunda şu cevabı verdiğini duydum: “Bu, insanlar için, yapmaları zorunlu olan bir şey değildir.” İnsanlar çevresinden dağılıncaya kadar bekledim. Sonra ona: “Bu konuda bizde bir sünnet var.” dedim. “Nedir o?” dedi. Dedim ki: “Leys b. Sa’d, İbn Lehia ve Amr b. Haris’in bize haber verdiğine göre; Yezid b. Amr el-Meâfirî, Ebû Abdurrahman el-Hubulî’den el-Müstevrid b. Şeddad’ın şu sözünü nakletmiştir: “Allah Rasûlü‎’nü (s.a.v.) serçe parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovalarken gördüm.” İbn Vehb şöyle dedi: [Malik dedi ki:] “Bu hasen bir hadistir, ilk defa şimdi duyuyorum.” Artık kendisine bu mesele sorulduğunda, insanlara parmak aralarını ovalamayı emrettiğini duydum.[9]

3- İmam Şafiî (h.150-204)

İmam Şafiî’ye gelince; bu konuda ondan gelen nakiller daha fazla ve daha güzeldir.[10] Şafiî mezhebinin müntesipleri, bu nakillerle en fazla ve en iyi şekilde amel eden insanlar olmuşlardır. Bu konudaki sözlerinden bazıları şunlardır:

1- “Her insana Allah Rasûlü‎’nün (s.a.v.) istisnasız tüm sünneti ulaşmamıştır. Dile getirdiğim görüşlerde ve belirlediğim prensiplerde, Allah Rasûlü‎’nün sünnetine aykırı bir durum varsa, bu durumda Allah Rasûlü‎’nün hadisi, benim görüşümdür.”[11]

2- “Müslümanlar şu konuda ittifak etmişlerdir: Allah Rasûlü‎’nün (s.a.v.) sünneti açıkça belli olduktan sonra onu başka birinin sözü için terk etmesi helâl değildir.”[12]

3- “Kitabımda Allah Rasûlü‎’nün (s.a.v.) sünnetine ters bir şey bulursanız, Allah Rasûlü‎’nün (s.a.v.) sünnetiyle amel edin; benim görüşümü bırakın.” (Bir başka rivayette: “Ona uyun; başkasının sözüne itibar etmeyin.”)[13]

4- “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.”[14]

5- “Siz[15] hadisleri ve ricali benden daha iyi bilirsiniz. Sahih hadis olduğunda onu bana bildirin. Kûfeli, Basralı veya Şamlı, hangi diyardan olursa olsun, sahih olduğunda ona gideyim.”

6- “Hadis âlimleri tarafından benim görüşlerime aykırı olarak sahih hadis rivayet edilecek olursa, ben hadise muhalif o görüşlerimden sağlığımda da, öldükten sonra da vaz geçtim.”[16]

7- “Peygamber’den (s.a.v.) sabit olan sahih bir hadise rağmen benim ona ters bir söz söylediğimi görürseniz bilin ki, aklım gitmiştir.”[17]

8- “Peygamber’in (s.a.v.) hadisine muhalif olan bütün söz ve görüşlerimde, Peygamber’in (s.a.v.) hadisi uyulmaya daha layıktır; beni taklit etmeyin.”[18]

9- “Benden duymamış olsanız dahi Peygamber’den rivayet edilen her hadis benim görüşümdür.”[19]

4- Ahmed b. Hanbel (h.164-241)

İmam Ahmed’e gelince; o, müçtehit âlimler arasında en fazla hadis toplayan ve onlara en çok bağlanan kişidir. Hadise bağlılıkta o kadar ileriydi ki, dinin ayrıntı ve reyle ilgili konularında kitap kaleme alınmasını hoş görmezdi.”[20] O, hadise bağlılık hususunda şöyle demiştir:

1- “Beni taklit etme. Malik’i de, Şafiî’yi de, Evzaî’yi ve Sevrî’yi de taklit etme. Onlar bilgiyi nereden aldılarsa, sen de oradan al.”[21]

Bir başka rivâyette şöyle demiştir: “Dininde bunlardan hiç kimseyi taklit etme. Peygamber’den (s.a.v.) ve ashabından ne gelmişse, onu al ve onunla amel et. Onlardan sonraki nesil olan tâbiûndan gelenlere gelince, kişi onların görüşleriyle amel edip etmemekte serbesttir.”

Bir keresinde de şöyle demiştir: “İttibâ, kişinin, Peygamber’den (s.a.v.) ve ashabından gelene tâbi olmasıdır. Tabiûndan sonra kişi, dilediğine tâbi olmakta serbesttir.”[22]

2- “Evzaî’nin görüşü, Malik’in görüşü, Ebû Hanife’nin görüşü… Bunların tümü birer görüşten ibarettir ve bana göre hepsi eşittir. Delil sadece eserlerdedir.”[23]

3- “Kim Allah Rasûlü‎’nün (s.a.v.) hadisini kabul etmezse, o helâkın eşiğindedir.”[24]

İşte bunlar, müçtehit âlimlerin sünnete sarılmayı emreden ve kendilerini basiretsiz bir şekilde taklit etmeyi yasaklayan sözleridir. Bunlar yorum ve tartışma kabul etmeyecek derecede gayet açık ve net sözlerdir. Bundan dolayı, sünnetle sabit olan bir şeyi yapan kimse, böyle yapmakla o konuda kendi mezhep imamının bazı görüşlerine aykırı düşse dahi, onun mezhebinden ve yolundan çıkmış olmaz. Tam aksine müçtehit imamların hepsine birden tâbi olmuş ve kopması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur. Ancak müçtehit âlimlerin görüşlerine aykırı olmasından ötürü, sabit sünneti terk eden kimsenin durumu bundan farklıdır; o, âlimlere karşı gelmiş ve onların yukarıda geçen sözlerine aykırı davranmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[25]

“Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir fitne (belâ) gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”[26]

Hafız İbn Receb (rh.a.) bu konuda şöyle demiştir:

“Kendisine, Rasûlullah’ın (s.a.v.) emrinin ulaştığı ve onu bilen her insanın yapması gereken ve onun hakkında vacip olan şudur: İleri gelen bir âlimin görüşüne aykırı olsa dahi bu emri halka duyurup açıklamak ve onlara öğüt verip, Peygamber’in emrini yerine getirmelerini emretmek. Çünkü Allah Rasûlü‎’nün emri, yüceltilmeye ve uyulmaya, bazı konularda yanılarak sünnete aykırı düşebilen herhangi bir büyük âlimin görüşünden daha lâyıktır. Bu sebeple sahâbîler ve onlardan sonra gelen nesiller, sahih sünnete aykırı davranan herkesi eleştirmişler ve bazen bu eleştirinin dozunu çok yükseltmişlerdir.[27] Bunu ise, o insanlara kin ve nefret duydukları için yapmamışlardır. Aksine onlar, sevip, değer verdikleri insanlardır. Ancak gönüllerinde Peygamber’in sevgisi daha ileri ve onun emri bütün yaratıkların emrinin üstündedir. Allah Rasûlü‎’nün (s.a.v.) emri ile başkalarının emri çatışınca, Allah Rasûlü‎’nün (s.a.v.) emri öne alınıp uyulmaya daha lâyıktır. Yanlış içtihadının sorumluluğu bağışlanmış olsa bile, Allah Rasûlü‎’nün emrine muhalif görüş bildiren âlimlere duyulan sevgi ve saygı, Peygamber’in emrine uymaya engel olamaz.[28] Aksine yanlış içtihadının sorumluluğu bağışlanmış olan o âlimler, Allah Rasûlü‎’nün (s.a.v.) görüşüyle çeliştiği zaman kendi görüşlerinin aksine hareket edilmesini çirkin görmemişlerdir.[29]

Mademki yukarıda geçtiği üzere müntesiplerine bunu emretmişler ve kendilerinin sünnete aykırı görüşlerini terk etmeyi gerekli kılmışlarken, kendi görüşlerinin aksine hareket edilmesini ne diye çirkin görsünler? Hatta İmam Şafiî kendi müntesiplerine, kendisi onu almamış veya aksini almış olsa bile sahih sünneti kendisine atfetmelerini emretmiştir. Araştırmacı büyük âlim İbn Dakik el-İyd, dört imamdan her birinin sahih hadise teker teker ve topluca muhalif olan görüşlerini çok büyük bir cilt hâlinde biraraya getirdiği kitabının önsözünde şöyle der:

“Bu meseleleri müçtehit âlimlere atfetmek haramdır. Onları taklit eden fakihlerin, bunları onlara atfederek kendilerine iftirada bulunmamaları için bu meseleleri bilmeleri gereklidir.”[30]

TABİÎLERİN İMAMLARININ SÖZLERİNİ BIRAKIP SÜNNETE UYMALARI

İşte bütün bunlardan dolayı imamlara ittiba edenler, “onların çoğu evvelkilerden, birazı da sonrakilerden” [31] olan imamlarının bütün sözlerini almamışlardır. Bilakis sünnete muhalif olduğu ortaya çıkınca çoğunluğunu bırakmışlardır. Hatta İmameyn (iki imam) _Muhammed b. Hasan ve Ebû Yusuf_ hocaları Ebû Hanife’ye mezhebinin üçte birinde muhalefet etmişlerdir.[32] Furu fıkıh kitapları bunlara şahittir. Aynı şey Şafiî’nin tâbilerinden Müzenî [33] ve başkaları için de söylenebilir. Bunların örneklerini vermeye kalkışırsak sözü uzatmış olacağız. İki tane örnekle yetinelim:

1 İmam Muhammed, “Muvatta”ında diyor ki:[34] (s.158) Muhammed dedi ki: “Ebû Hanife’ye gelince o, istiska (yağmur isteme) duası için namaz olmadığı görüşündeydi. Bize göre ise, imam insanlara iki rekat namaz kıldırır, ardından dua eder ve ridasını (cübbesini) tersine çevirir.

2 İsam b. Yusuf el-Belhî; İmam Muhammed’in talebelerinden[35] ve ayrıca Ebû Yusuf’un derslerine devam edenlerdendi:[36] “Çoğu zaman Ebû Hanife’nin sözlerinin tersine fetvalar verirdi. Çünkü delilini bilmiyordu. Başkalarının delilini görünce de ona göre fetva veriyordu.”[37] Bu yüzden: “Rükûya giderken ve rükûdan kalkarken ellerini (tekbir alıyor gibi) kaldırırdı.”[38][1]

Nitekim bu Rasûlullah (s.a.v.)’den gelen mütevatir bir sünnettir. Bu yüzden imamının buna muhalif olması, sünnetle amel etmesine engel olmamıştır. Aslında her Müslümanın yapması gereken _dört imamın ve başka âlimlerin de dediği gibi_ işte budur.

 

Muhammed Nâsıruddin el-Albânî, Sıfatu Salati’n-Nebi s.45-57

[1] Bu, İmam Tahâvî’nin de kendisinden muztarib olduğu taklittir. O şöyle demiştir: “Taassup sahibinden veya aptaldan başkası taklit etmez.” İbn Abidin, risalelerinden “Resmü’l-müftî, Mecmûatü’r-resâil” (c.1, s.32) de bu sözü nakleder.

[2] A’raf, 3.

[3] İbn Abidin, “el-Hâşiye” (1/63), “Resmü’l-müftî, Mecmûatü’r-resâil” (c.1, s.4) ve Şeyh Sâlih el-Fullânî, “Îkâz’ul-himem” (s.62) ve başkaları nakletmişlerdir. Ayrıca İbn Abidin “Şerhu’l-hidaye”de, İbnu’l-Hümam’ın hocası İbnu’ş-Şahna el-Kebîr’den onun şöyle dediğini nakleder:

“Hadis sahih olduğunda, mezhebin görüşüne ters de olsa hadisle amel edilir. Bu durumda o kişinin mezhebi, amel ettiği o hadisin hükmü olur. Hadisle amel etmekle kişi, Hanefî olmaktan çıkmaz. Çünkü Ebû Hanife’nin “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.” sözü sabit olmuştur. İbn Abdülberr bu sözü, Ebû Hanife’den ve başka âlimlerden rivâyet etmiştir.”

Bu, onların ilim ve takvadaki olgunluklarından ileri gelmektedir. Çünkü onlar sünnetin tamamını bilmediklerine işaret etmişlerdir. İleride geleceği üzere, İmam Şafiî bunu açık bir şekilde dile getirmiştir. Bazen kendilerine ulaşmamış bir sünnete ters görüş beyân etmişler; fakat bizlere sünnete uymamızı ve o sünneti onların görüşü ve mezhebi olarak kabul etmemizi emretmişlerdir. Allah hepsine rahmet etsin.

[4] İbn Abdülberr, “el-İntikâ fî fedâili’s-selâseti’l-eimmeti’l-fukahâ” (s. 145); İbn Kayyim, “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/309); İbn Abidin “el-Bahru’r-râik”e yaptığı “el-Haşiye” (6/293), “Resmü’l-müftî” (s.29,32); Şa’rânî, “el-Mîzân” (1/55), ikinci rivâyet. Üçüncü rivâyeti ise, Abbas ed-Dûrî, İbn Main’in “et-Târîh”inde (6/77/1), İmam Züfer’den sahih bir senedle rivâyet etmiştir. Benzer bir söz de Ebû Hanife’nin talebeleri Ebû Yusuf, İmam Züfer, Afiye b. Yezid’den rivâyet edilmiştir; bkz. “el-Îkâz”, s. 52. İbn Kayyim, Ebû Yusuf’tan gelen rivâyetin kesinlikle sahih olduğunu söyler (2/344). “el-Îkâz”a yapılan yorumda yer alan fazlalık (s.65), İbn Abdülberr ve İbn Kayyim’den rivâyet edilmiştir.

Delillerini bilmeyenler hakkında müçtehid âlimlerin sözleri böyle ise, görüşlerinin delile muhalif olduğunu bile bile onların sözlerini esas alarak, delile aykırı fetva verenlerin durumu nedir acaba! Bu söz bile tek başına, kör taklidi yıkmaya yeterli belgedir. Bundan dolayı bir taklitçi hoca, delilini bilmeden Ebû Hanife’nin görüşüyle fetva verip de biri onun bu fetvasını Ebû Hanife’nin yukarıdaki sözüyle reddettiğinde bu sözün ona ait olduğunu kabul etmemiştir.

[5] Bunun sebebi şudur: Ebû Hanife, çoğu zaman görüşlerini kıyasa dayandırıyordu. Sonra daha güçlü bir kıyası görünce veya o konu hakkında kendisine Peygamber’in bir hadisi ulaşınca, hadisi esas alıyor ve önceki görüşünü terk ediyordu.

Şa’rânî “el-Mîzân” (1/62)’da özetle şöyle demektedir: “İmam Ebû Hanife hakkında bizim ve her insaf sahibi insanın kanaati şudur: Şayet o, şer’î deliller derlenip düzenlendikten, bu amaçla hadis hafızlarının çeşitli bölgelere yaptıkları seyahatler bittikten sonra yaşamış ve bu hadislere ulaşmış olsaydı, kesinlikle hadisleri esas alır, hadise ters kıyasları terk ederek, hadisle amel ederdi. Bu takdirde diğer mezheplerde az olduğu gibi onun mezhebinde de kıyas az bulunurdu. Ancak şer’î deliller, onun döneminde ve tabiûn ve tebeu’t-tabiîn dönemlerinde çeşitli şehir ve bölgelerde dağınık bir hâlde bulunuyordu. Böyle olunca, zorunlu olarak, onun mezhebinde kıyas sayısı diğer mezheplere oranla daha fazla olmuştur. Çünkü kıyas yaptığı meselelerde, diğer müçtehit âlimlerin aksine o delile sahip değildi. Diğer müçtehit âlimlerin dönemlerinde hadis hafızları çeşitli şehir ve bölgelere yaptıkları yolculuklar sonunda hadislerin toplama işini bitirmişler ve onları ilmî bir disiplin altında biraraya getirmişlerdi. Böylece toplanan hadisler, sorunların da çözümünü getirmişti. Kıyasın sayısının onun mezhebinde çok, diğer müçtehitlerin mezheplerinde ise az olmasının nedeni budur.”

Bu bilgilerin büyük bir bölümünü Ebü’l-Hasenât, “en-Nâfiu’l-kebîr” adlı kitabında nakletmiş (s.135) ve bunu açıklayıcı ve destekleyici bilgilerle zenginleştirmiştir. Dileyen oraya baksın.

Eğer Ebû Hanife’nin bazı sahih hadislere muhalif fetva vermesinin ardındaki özrü bu olunca _kaldı ki bu kesinlikle geçerli bir özürdür; çünkü Allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz_ bazı cahillerin yaptığı gibi bu konuda onu eleştirip, kötülemek doğru olmaz. Aksine ona karşı daha terbiyeli olmak gerekir. Çünkü o, bu dinin korunmasına ve bize kadar ulaşmasına sebep olan büyük âlimlerden biridir. Ayrıca hata da etmiş, doğruya da ulaşmış olsa her halükarda sevap kazanmıştır. Ona saygı duyanların, onun, sahih hadislere ters olan görüşlerine bağlı kalmaya devam etmeleri de doğru değildir. Çünkü belirlediği genel prensibe göre, sünnete ters bu görüşler onun mezhebi değildir. Onlar bir tarafta, bunlar bir tarafta; hak ise onlarla bunların arasındadır. “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 10)

[6] el-Fullânî, “el-Îkâz” s.50. Bu görüşü İmam Muhammed’e nisbet etmiş ve şöyle demiştir:

“Elbetteki bu ve benzeri sözler müçtehit âlimler için söylenmemiştir. Çünkü müçtehit âlimin bu konuda onların görüşlerine ihtiyacı yoktur. Bilakis bu görüş, mukallitler hakkında geçerlidir.”

Şa’rânî “el-Mîzân”da bu söze istinaden şöyle demiştir (1/26): “Şayet müçtehit âlim vefat ettikten sonra, sahih olduğu ve onun bunlarla amel etmediği belli olan hadisleri ne yapayım? dersen, buna şöyle cevap verilebilir: Senin hadislerle amel etmen gerekir. Çünkü mezhep imamın, bu hadislere ulaşsa ve bunlar onun kriterlerine göre sahih olsaydı, kesinlikle sana bunlarla amel etmeni emrederdi. Çünkü imamların hepsi dine ileri derecede bağlıdırlar. Bu şekilde yapan hayrı iki eliyle avuçlamış olur. “Mezhep İmamımın amel etmediği bir hadisle ben amel etmem.” diyen kimse, pek çok hayrı elinden kaçırmış olur. Nitekim mezhep mukallitlerinin çoğununun durumu böyledir. Halbuki onlara düşen, mezhep imamlarının vasiyetlerini yerine getirerek onlardan sonra, sahih olduğu belli olan her hadisle amel etmektir. Biz şuna inanıyoruz ki, onlar yaşasalar ve kendilerinden sonra sahih olduğu anlaşılan hadisleri elde etselerdi, kesinlikle hadisleri esas alarak, gereğiyle amel ederler ve yapmış oldukları bütün kıyasları ve ileri sürmüş oldukları tüm görüşleri bırakırlardı.

[7] İbn Abdülberr, “el-Câmi” (2/32). Ondan naklen İbn Hazm, “Usûlü’l-ahkâm” (6/149). Ayrıca bkz. el-Fullânî (s. 72).

[8] Bu sözün İmam Malik’e ait olduğu, sonradan gelen âlimler arasında meşhurdur. İbn Abdülhâdî, “İrşâdü’s-sâlik” (1/227) adlı kitabında bu sözün ona ait olduğunu doğrulamıştır. İbn Abdülberr “el-Câmi” (2/ 91)’de, İbn Hazm “Usûlü’l-ahkâm” (6/145,179)’da bunu Hakem b. Uteybe ile Mücahid’in sözü olarak nakletmişlerdir. Takıyuddin es-Subkî de “el-Fetâvâ” (1/148)’da bunu İbn Abbas’ın sözü olarak nakletmiş ve çok güzel bir söz olduğunu dile getirerek,şöyle demiştir:

“Bu sözü İbn Abbas’tan Mücahid, o ikisinden de İmam Malik almıştır. Daha sonra onun sözü olarak meşhur olmuştur.”

Sonra da onlardan İmam Ahmed almıştır. Ebû Davud “Mesâilu’l-İmam Ahmed” (s. 276) adlı kitabında şöyle der: “Ahmed’in şöyle dediğini işittim: Peygamber (s.a.v.) dışında her insanın bazı görüşleri alınıp, bazı görüşleri terk edilebilir.”

[9] İbn Ebû Hatim, “el-Cerh ve’t-ta’dil” isimli kitabının önsözü (s. 31, 32). Beyhakî “Sünen”de (1/81)’de bunu tam olarak rivâyet etmiştir.

[10] İbn Hazm şöyle demiştir (6/118): “Taklit edilen fakihlerin bizzat kendileri taklidi kabul etmemişlerdir. Onlar, öğrencilerini taklitten sakındırmışlardır. Bu hususta en fazla titizlik gösteren de İmam Şafiî’dir. Çünkü o, sahih hadislere uyma ve hadislerin gereğince amel etme konusunda kimsenin ulaşamadığı seviyeye ulaşmış ve tümüyle taklit edilmekten de uzak olduğunu açıkça ilan etmiştir. Allah bu davranışından dolayı onu mükâfatlandırsın ve sevabını ona bol bol versin. O birçok hayrın sebebiydi.”

[11] Hâkim bunu İmam Şafiî’ye ulaşan bir rivâyet zinciri ile rivâyet etmiştir. Bkz. İbn Asâkir, “Târîhu Dımaşk” (15/1/3); “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/ 363-364) ve “el-Îkâz” (s.100).

[12] İbn Kayyim (2/361); el-Fullânî (s.68).

[13] el-Herevî, “Zemmü’l-kelâm” (3/47/1); Hatîb, “el-İhticâc bi’ş-Şâfiî” (8/ 2); İbn Asâkir (15/9/1); Nevevî “el-Mecmû” (1/63); İbn Kayyim (2/ 361); el-Fullânî (s.100). Diğer rivâyet için bkz. Ebû Nuaym “el-Hilye” (9/107); İbn Hibbân “es-Sahîh” (3/284-el-İhsân) sahih bir senedle.

[14] Nevevî, a.y.; Şa’rânî (1/57) (Bu sözü, Hâkim ve Beyhakî’ye dayandırmıştır); Fullânî (s.107). Şa’rânî şöyle demiştir: “İbn Hazm şöyle dedi: “Yani hadis, ona veya başka âlimlere göre sahih olduğunda.”

Onun bu açıklamasının hemen ardından gelen sözü, bu anlamı açıkça dile getirmektedir. Nevevî özetle şöyle der: “Mezhep kitaplarından bilindiği üzere mezhebimizin âlimleri, tesvib meselesinde ve hastalık özürüyle ihramdan çıkmanın şart koşulması hususunda bununla amel etmişlerdir. Mezhep âlimlerimizden hadisle fetva verdiği bildirilenlerden ikisi şunlardır: Ebû Yakub el-Buveytî, Ebü’l-Kasım ed-Dârekî. Bu sözle amel eden muhaddis âlimlerimizden biri de İmam Ebû Bekr el-Beyhakî’dir. Bu sözü kullanan daha başka muhaddis âlimlerimiz de vardır. Mezhebimizin ilk âlimlerinden bir grup, bir meselede Şafiî’nin mezhebi hadisle çeliştiğinde hadisi esas alır ve onunla amel eder ve “Şafiî’nin mezhebi, hadise uygun olandır.” diyerek hadisin gereğince fetva verirlerdi.

Şeyh Ebû Amr şöyle demiştir: “Şafiîlerden biri kendi mezhebine ters düşen bir hadisle karşılaştığında bakar: Şayet mutlak olarak veya sadece o konuda yahut meselede içtihat etme şartları onda tam olarak mevcutsa, bağımsız olarak o hadisle amel eder. Fakat bu şartlar onda tam olarak bulunmuyorsa ve hadise muhalefet için kalbi tatmin edecek bir cevabı bulunmayıp, bu yüzden hadise muhalefet etmek ona ağır geliyorsa, İmam Şafiî’den başka bir âlim de o hadisle amel etmişse, o da onunla amel eder. Bu durum, kendi imamının mezhebini bırakma hususunda onun için mazeret kabul edilir. Bu söylediği, bilinen güzel bir şeydir. Allah daha iyi bilir.”

Burada İbn Salâh’ın değinmediği başka bir mesele var. O da şudur: Bu kimse, hadisle amel eden birini bulamazsa, bu durumda ne yapacaktır? Takiyyüddin es-Subkî: “Ma’nâ kavli’ş-Şafiî izâ sahha’l- hadîs” (c.3, s.102) isimli kitabında bu soruya şu cevabı veriyor:

“Bana göre; bu durumda en doğru olan, hadisle amel etmektir. İnsan kendini Peygamber’in huzurunda ve hadisi ondan işittiğini kabul etmelidir. Böyle olunca, hadisle amel etmekten geri kalabilir mi? Allah’a yemin olsun ki, hayır… Herkes anladığı kadarıyla amel etmekle mükelleftir.”

Bu konuda geniş bilgi ve araştırmayı, “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/ 302, 370) ve el-Fullânî’nin “Îkâzü himemi uli’l-ebsâr li’l-iktidâi bi-seyyidil-muhâcirîn ve’l-ensâr ve tahzirihim ani’l-ibtidâi’ş-şâi fi’l-kurâ ve’l-emsâr min taklîdi’l-mezâhib maa’l-hamiyyeti ve’l-asabiyyeti beyne fukahâi’l-a’sâr” adlı kitabında bulabilirsin. Bu, alanında eşsiz bir kitaptır. Hakkı seven her kişinin anlayarak ve üzerinde titizlikle düşünerek bu kitabı okuması gerekir.

[15] Burada hitap İmam Ahmed b. Hanbel’edir. Bkz. İbn Ebû Hâtim “Âdâbü’ş-Şâfiî” (s.94-95); Ebû Nuaym “el-Hilye” (9/106); Hatîb “el-İhticâc biş-Şâfiî” (8/1); ondan naklen İbn Asâkir (15/9/1), İbn Abdülberr “el-İntikâ” (s.75); İbnü’l-Cevzî “Menâkibü’l-İmâm Ahmed” (s.499); Herevî (2/47/2). Bunlar, üç ayrı senedle Abdullah b. Ahmed b. Hanbel’in, babasından, İmam Şâfiî’nin böyle dediğini naklettiğini rivâyet etmişlerdir. Bu sözün İmam Şâfiî’ye ait olduğu doğrudur. Bu yüzden İbn Kayyim “İ’lâm” (2/325) ve el-Fullânî “el-Îkâz” (s.152)’de bu sözün İmam Şâfiî’ye ait olduğunu kesin bir şekilde dile getirmişler ve şöyle demişlerdir:

“Beyhakî şöyle demiştir: Bu yüzden İmam Şafiî çoğunlukla hadisi esas almıştır. O, Hicazlıların, Şamlıların, Yemenlilerin ve Iraklıların ilmini kendisinde toplamıştır. Birini diğerine kayırmaksızın ve kendi beldesindeki halkın mezhebine meyletmeksizin, kendine göre sahih olan hadisleri almış ve onlarla amel etmiştir. Hakikat, başkasının veya kendisinden önce yaşamış olup da sadece belde halkının mezhebiyle yetinip, muhalif olduğu hadislerin sağlamlık derecesini öğrenmek için gayret göstermemiş olan âlimlerin görüşlerinde ortaya çıkmış olsa da durum aynıdır. Allah bizi de, onu da bağışlasın.”

[16] Ebû Nuaym, “el-Hilye” (9/107), el-Herevî (47/1), İbn Kayyim, “İ’lâmü’l-muvakkiîn” (2/363), el-Fullânî (s.104).

[17] İbn Ebû Hâtim, “Âdâbü’ş-Şâfiî” (s. 93); Ebû’l-Kâsım es-Semerkandî, “el-Emâlî”; ondan nakille Ebû Hafs el-Müeddib, “el-Müntekâ” (1/234); Ebû Nuaym “el-Hilye” (9/106) ve İbn Asâkir (15/10/1) sahih senedle rivâyet etmiştir.

[18] İbn Ebû Hâtim (s.93); Ebû Nuaym ve İbn Asâkir (15/9/2) sahih bir senedle rivâyet etmiştir.

[19] İbn Ebû Hâtim (s.93-94).

[20] İbnü’l-Cevzî, “el-Menâkıb” (s.192).

[21] el-Fullânî (s.113), İbn Kayyim, “İ’lâm” (2/302).

[22] Ebû Davud, “Mesâilü’l-İmâm Ahmed” (s.276-277).

[23] İbn Abdülberr, “el-Câmi” (2/149).

[24] İbnü’l-Cevzî (s.182).

[25] Nisa, 65.

[26] Nur, 63.

[27] Bu tutumu babalarına ve âlimlerine karşı da göstermişlerdir. Nitekim Tahâvî “Şerhu Meâni’l-âsâr”da (1/372) ve Ebû Ya’lâ da “Müsned”inde (3/1317) ravileri güvenilir olan sahih bir senedle Sâlim b. Abdullah b. Ömer’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir:

“Mescidde İbn Ömer’le oturuyorduk. Derken Şamlılardan bir adam geldi ve ona temettü haccını sordu. İbn Ömer: “Bu, güzel bir şeydir.” dedi. Adam: “Fakat baban bunu yasaklıyordu.” dedi. İbn Ömer adama: “Yazıklar olsun sana! Babam bunu yasaklamış olabilir; ama Rasûlullah (s.a.v.) bunu yapmış ve yapılmasını emretmiştir. Şimdi sen Rasûlullah’ın emrine mi yoksa babamın yasağına mı uyarsın?” karşılığı verdi. Adam: “Rasûlullah’ın emrine uyarım.” dedi. İbn Ömer: “Artık git.” dedi. Bu rivâyetin bir benzerini de İmam Ahmed (Hadis no: 5700) rivâyet etmiştir. Tirmizî de “Şerhü’t-Tuhfeti” (2/82) bunu rivâyet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. İbn Asâkir (1/51/7) de İbn Ebû Zi’b’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Sa’d b. İbrahim (yani Abdurrahman b. Avf’ın oğlu), bir adam hakkında Rebia b. Ebû Abdurrahman’ın görüşüyle hüküm verdi. Bu hüküm adamın aleyhine idi. Ben ona, Rasûlullah’tan, bu hükümle çelişen bir hadis aktardım. Bunun üzerine Sa’d, Rebia’ya: “Bu İbn Ebû Zi’b’tir. Bana göre güvenilir bir ravidir. Bana, Rasûlullah’tan, verdiğim hükmün aksine bir hadis nakletti.” dedi. Rebia ona: “Sen içtihat ettin ve hükmün geçerli oldu.” dedi. Sa’d ise: “Ne acayip durum! Ben Rasûlullah (s.a.v.)’ın hükmünü bırakacağım, Sa’d’ın hükmüyle hükmedeceğim, öyle mi? Bilakis Sa’d’ın hükmünü bırakıyor ve Rasûlullah (s.a.v.)’ın hükmüyle hükmediyorum.” dedi. Ardından davayı yazdığı kağıdı getirterek, onu yırttı ve adamın lehine hüküm verdi.”

[28] Bilakis o bu içtihadından dolayı ecir alacaktır. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.): “Hakim için, içtihat ederek (meseleyi veya davayı inceleyerek) hüküm verip isabet ettiği zaman iki ecir, yanıldığı zaman bir ecir vardır.” buyurmuştur. [Buhârî, İ’tisâm 21; Müslim, Akdiye 15, (1716); Ebu Dâvud, Akdiye 2, (3574); Tirmizî, Ahkâm 2 (1342), c.2, s.439-440; Nesâî, Kazâ 3, (5346), c.7-8, s.703.]

[29] Bunu, “Îkâzü’l-himem”e yaptığı dipnotta nakletmiştir (s.93).

[30] el-Fullânî (s.99).

[31] Vakıa 13-14

[32] İbn Abidin, Haşiye 1/62, Leknevi “en-Nafiu’l-Kebir” (s.93)’de Gazali’ye nisbet etmiştir.

[33] İmam Şafii’nin el-Ümm adlı kitabının hamişinde (kenarında) basılan “muhtasar” da şöyle demektedir: “Bu kitabı Muhammed b. İdris eş-Şafii’nin ilminden ve sözlerinin manasından özetledim. Öğrenmek isteyene yaklaştırmak üzere… Şunu da söyleyeyim ki (Şafii) kendisini ve başkalarını taklid etmeyi nehyetmiştir. “Dini için buna baksın ve kendi içinde ihtiyatlı olsun diye.”

[34] İmamına yirmi meselede muhalefet ettiğini de açık bir şekilde söylemiştir. Kitaptaki yerleri şunlardır: 42, 44, 103, 120, 158, 169, 172, 173, 228, 230, 240, 244, 274, 275, 284, 314, 331, 338, 355, 356. et-Talik el-Mümecced ala Muvatta-i Muhammed

 [35] Talebelerden olduğunu İbn Abidin Haşiye (1/74)’sinde, Resmül-Müfti (1/17)’de zikretmiştir. Kureşi de el-Cevahir el-Mudiyye fi Ahbari’l-Hanefiyye (s. 347)’de zikretmiş ve şöyle demiştir: “Hadis ehli bir insandı, sağlamdı. O ve kardeşi İbrahim dönemlerinde Belh’in hocalarıydılar.

[36] el-Fevaid el-Behiyye fi Teracim el-Hanefiyye s.116

[37] el-Bahru’r-Raik 6/93. Resmü’l-Müfti (1/28)

[38] el-Fevaid s. 116. Ardından buna çok güzel bir talik yaparak şöyle demiştir: Derim ki: Bununla, Mekhul’ün Ebu Hanife’den naklettiği: “Namazda ellerini kaldıranın namazı bozulur” rivayetinin bâtıl olduğu ortaya çıkmaktadır. Biraz önce biyografisinde geçtiği gibi Emir Katib el-Etkani bu rivayete aldanmıştır. Çünkü İsam b. Yusuf, Ebu Yusuf’un derslerine devam edenlerdendi ve ellerini kaldırırdı. Bu rivayetin bir aslı olsaydı Ebu Yusuf ve İsam bunu bilirlerdi. Diyor ki: Ayrıca şu da bilinir: Bir hanefi meselelerden birinde imamının mezhebini delil güçlü olduğu için bıraksa, taklid çemberinden çıkmış olmaz. Görüyorsun ki İsam b. Yusuf el kaldırmama hususunda Ebu Hanife’nin mezhebini bırakmasına rağmen Hanefiler arasında sayılmaktadır. Diyor ki: “Zamanımızın cahillerini Allah’a şikayet ediyorum. Çünkü onlar bir meselede delil güçlü olduğu için mezhep imamına taklidi bırakanı tenkid ediyorlar ve mukallitlerinin dışında bırakıyorlar. Aslında bunlara şaşılmaz da, çünkü bunlar avamdır. Bilakis şaşılacak olanlar, alimlere benzemeye çalışıp davarlar gibi yürümelerini taklid edenlerdir.

Leave a Reply